ABD Başkanlık seçimlerinin sonucunu 'woke'luk korkusu mu belirledi?
ABD Başkanlık seçimlerinin sonucunu 'woke'luk korkusu mu belirledi?
Tarihi sürecine baktığımızda; siyahilere karşı uygulanan sistematik şiddete karşı mücadelede kullanılmaya başlayan "woke" kelimesi, 2017'de sosyal adalet ve ırksal eşitliğe vurgu yapan bir hareket olarak sözlüğe girdi. Ancak ana akım medyada bu kelime hızlı bir değişim yaşadı ve 2024 ABD Başkanlık seçimlerinde -gizli ve etkili- bir rol oynadı.
ABD seçimleri; korumacı ekonomi politikasını savunan, aşırı milliyetçi, göçmen karşıtı Trump ile demokrat ve liberal söylemlerde bulunan, LGBTQ+ ve aktivizmi savunan Harris arasında geçti. Seçmenin reaksiyonunu ciddi ölçüde besleyen ve belirleyen etkenleri, sosyolog ve yazar Ömer Alkan ile değerlendirdik.
2024 ABD Başkanlık seçimi için "öncekilerden farklı" yorumları yapıldı ancak bunun kapsayıcı bir açıklamasına tam anlamıyla vakıf değiliz bana kalırsa... Nasıl okumalıyız bu seçimi?
Türkiye, ABD siyasetinin iç geriliminden beslenen 2024 yılı Harris/Trump seçimine oldukça yabancı kaldı. Bizi uluslararası ilişkiler ve ABD'nin bölgemizdeki askeri varlığı üzerinden ilgilendiren bu konu, bence 2023 Türkiye seçiminden çok daha hayati öneme sahipti. Trump'ın ABD iç piyasayı ve kendi sınırlarının güvenliğini önceleyen "America First" tutumu, eski usul bir ulus-devlet refleksini tekrar canlandırmaya çalışması bizim için oldukça kritik sonuçlar doğuracak nitelikteydi.
Kamala Harris'in ise Obama (ve hatta Bush dönemi) ile başlayan bölgedeki "asi dost Türkiye" tutumunun ve Türkiye'ye yapılan baskıların sertleşmesinin benzerini ve hatta Biden dönemindekinden daha aktif bir savaş destekçisi politikayı sergileyeceğinden emindik.
Bu seçim, dolayısıyla, tam anlamıyla bir globalist vs. ulus-devletçi çatışmanın yansımasıydı ve bence Trump'ın seçimi, bizim açımızdan muazzam bir kurtuluşu temsil ediyor. Analizimizin bu kısmı uluslararası ilişkiler, askeri ve strateji odaklı analistler tarafından öngörülebilecek nitelikte. Fakat, Amerikan siyasetinin kazananını belirleyen ana faktör dış ilişkilerdeki pozisyonlar, savaş harcamalarından bıkmışlık ve ekonomik hantallığa cevap vermek gibi konular olduğu kadar, "kültür savaşları" diye adlandırabileceğimiz woke kültürü dayatmasının hakimiyetiydi. İşte belki bu gerilime uzak kaldık. Ama, diyebilirim ki, bu küresel iletişim çağında "kültür savaşı" da bizi doğrudan etkileyebilecek nitelikte...
Son yıllarda sıkça duyduğumuz, ABD Başkanlık seçimine de ciddi şekilde yön veren "woke" ifadesine ben de değinmek isterim. Evet, bu kelime tam olarak neyi ifade ediyor?
Açıkçası, Woke söyleminin 2017 yılında bir siyahi aktivistin "uyanık kal" mesajı taşıyan sloganıyla açığa çıktığını söyleyebiliriz. Fakat bu "doğuş"hikayesinden sonrasında kavramın izini sürmek çok mümkün değil, özellikle bu sosyal medya çağında... Yıllar geçtikçe, woke teriminin tüm kimlik siyaseti aktivizmini kapsayacak şekilde geniş bir kullanıma ulaştığını görüyoruz. Woke terimi, kimlik konusunda aşırı duyarlı liberal sol aktivizmi ile ilişkilendirilmektedir. Öncelikle şunu söyleyelim, bu terim liberal solcular ve günümüz yeni sol aktivistleri tarafından sahiplenilen bir terimdir. Ancak karşı tarafta bir bıkkınlık doğurması ve saçma çevreci, veganlık, ırk, cinsiyet tabanlı gösteriler eşliğinde pejoratif anlamlar kazanmıştır.
- Sanat eserlerine saldıran "tribalist" çevreciler;
- tırların önünü kesen ve yola yatan aktivistler;
- "Black Lives Matter" (Siyah hayatı değerlidir) kapsamında siyahilerin ayağındaki botlarını öpme eyleminde (sosyal arınma ayininde) bulunan beyaz liberal solcular;
- kendilerinden başka herkesi ırkçı, faşist, Hitlerci ve hatta Hitlerin kendisi olarak adlandıran dışlayıcı ve karşı-baskıcı kolektivistler;
- akademide hocaları konuşturmayan ve bilimsel argümanlarla konuşsa bu sefer bilimin kendisini ırkçı, faşist, baskıcı ve totaliter bulanlar;
- her gün yeni bir cinsiyet keşfedip LGBTIQ+ isim listesine yeni bir harf ile girmeye hak kazananlar...
- aşırı hassas ve kırılgan yeni jenerasyonun en ufak eleştiriden kırılması, gücenmesi, incinmesi, kendini saldırı altında hissetmesi ve bu öz-nefret ve "daimi ergenlik" dolu tavırla karşı tarafı iptal edip (cancel) susturabileceğini düşünmesi...
- İptal kültürü, #metoo hareketi, politik doğruculuk ve birçok başka özgür düşünceyi baskılama aracı olarak kullanabilecek aktivist enstrüman...
İşte böylesi bir tablo ile karşı karşıyayız ve liberal solun buaşırı aktivizminden ve radikalleşmesinden yorulanlar, "wokeluğu" (wokeism) kapsayıcı bir tanım olarak önlerinde buluyor. Wokeluk, Woke olmayanlar tarafından tüm olgunlaşamamış "daimi ergen" liberal solcu aktivistleri tanımlayacak pejoratif bir anlam kazanıyor.
Woke kültürü kendini "uyanık" olarak tanımlarken, bu ideolojinin dışındaki her kültürü ise "uyuyan" olarak aşağılayan bir bakışa sahip... Bu oldukça dehşet verici boyutta. Woke kültürünün içinde barındırdığı radikal söylem ve eylemleri biraz açsak...
İşte bunun sebebi, aşırı hassaslık, her an incinebilecek olan narsisizm dolu liberal sol gençliğiyle ilişkili. Karşı tarafı baskılamanın ana sebebi aslında toplum sağlığı: "bana ve benim düşünceme saldırıyorlar, hatta beni yok etmek istiyorlar!" tutumu... Karşı çıkılmaya ve analitik bir tartışma ortamında fikirleri ifade etmeye en ufak bir dirayet gösterememek, iptal kültürünü doğuruyor. İptal kültürü ve #metoo gibi sosyal medya linçlemefaaliyetleri aşırı zayıflıktan ve özgüven dolu birey olamamak ile ilişkili. Bu zayıf kişilikler, ergenliğimizin ilk dönemlerindeki o "kolektif bir yapıya ait olma", "bir grubun içinde olma" dürtüsünün bir benzeri. Ben o yüzden bu gerçek hayatın içine dahil olamayacak kadar zayıf kişilik yapısına "daimi ergenlik" ismini veriyorum.
Uyuyanlar biziz belki, ama ana konu uyumamız değil, biz mağdur edeniz. Çünkü bu tavır baskılama gücünü mağduriyetten alıyor. Yeni Sol'un bir ürünü olan wokekültürünün aslında eski "beton sol" diyebileceğimiz Marksist felsefeden aldığı önemli bir enstrüman bu, ezilenler sınıfı, mağdur edilen gruplar. Ezilenler kimler peki? Siyahiler, kadınlar, translar, 3. Dünya ülkelerinden olanlar ve hatta, pozisyonunu bu mağduriyet perspektifi üzerinden temellendirip kendini mağdur olarak sunup platform bulabilecek herkes. Bu yüzden herkes kimliğini öne sürüyor ve hatta yeni cinsiyetler yaratıp oradan yeni mağduriyetler sunup mağduriyetler hiyerarşisinde yukarı çıkmaya çalışıyor, ki daha fazla hak kazansın.
Ezenlere şu an genel bir isim veriyorlar: Batılı beyaz erkek. Ama bu ezen tanımı bulundukları pozisyona göre hemen şekil değiştirebilir veya örneğin Hintli bir hoca, karşıt görüşler sunar ise, ezenin dilini kullandığı için işbirlikçi olabilir ve ezen muamelesi görüp susturulabilir. Dolayısıyla, bu aşırı hassasiyet aslında wokeluğundüşünce faşizmini doğurdu, kendileri karşıt görüşlü herkese faşist olduğunu söyler iken...
Peki, woke ideolojisi Trump ile birlikte rafa kalkar mı yoksa gizli bir tehlike olarak büyür mü?
Şunu net bir şekilde söyleyebilirim, Trump'ın kazanmasının en büyük sebebi X'ti (Twitter) diyebiliriz. Yani diğer bir ifadeyle, en azından bir özgür düşünce platformunun Cumhuriyetçilere açık olması. Ana akım medya tümüyle Demokratlar tarafından ele geçirilmişti ve Elon Musk, Temmuz ayı itibarıyla, Trump suikasti sonrası tam olarak Cumhuriyetçi saflara katıldığında, Harris ve diğer Demokrat isimler, hatta ana akım medyanın kendisi "dezenformasyon ile savaşma yasası" çıkarmanın mecburiyetinden bahseder oldular. İşte bu kırılma noktasıydı. Özgür düşünceyi toptan kaldırma operasyonu... Kim doğruyu, yanlışı ve hatta yalanı belirleyebilir? Dolayısıyla bu son tehdit, Cumhuriyetçilere son bir ivme verdi ve "salıncak eyaletler" dediğimiz yerlerde Cumhuriyetçileri öne geçirdi diyebiliriz ve X gibi bir kurum olmasaydı bu mümkün olabilir miydi, sanmıyorum.
Fakat bu wokeluk tehdidi, kültür hegemonyasının ürünü, yani akademi ve ana akım medyanın, Hollywood'un, global iletişim merkezlerinin empoze ettiği, global şirketlerin desteği ve yönlendirmesiyle yeni bir insan tipi yaratma çabasının ürünü. Bu "kültür savaşı" öyle birden bitecek cinsten dönemsel "fraksiyon" çıktısı değil. ABD'de üniversiteler hala tümüyle radikal sol isimlerin elinde ve bu adresler medyaya eleman ihtiyacını, global şirketlerin beyaz yakalı gereksinimini karşılıyor. Dolayısıyla bu kültür hegemonyası bir anda sönecek değil.
Yine de, ben bu yenilgiyi çok önemli buluyorum. Çünkü, bu yenilgi, her şeye sahip olmalarına, tüm ekonomik ve politik güç aygıtlarına, hem mevki hem de literatür üzerindeki enstrümanlara sahip olmalarına rağmen gerçekleşti. O yüzden kendi içlerinde büyük bir sorgulamanın kapısını açacaktır. Fakat, globalizmüzerinden okuduğumuzda, bu konu kapanmadı diyebiliriz...
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.